Bir önceki yazımızda çalışanlara etkisi bakımından bankacılığın nasıl olması gerektiğine dair bir girizgah yapmış; bankacıların ve beyaz yakalıların ekserisinin yaşadığı sıkıntılara ucundan kıyısından temas etmeye çalışmıştık.

Bu yazımızla beraber bankacılığın ‘’katlanılan’’ bir meslek olmaktan çıkıp, ‘’severek yapılabilir’’ bir meslek haline gelmesi için neler yapılabileceği üzerine kafa yormaya başlayacağız.

Çözüme ulaşmak için evvel sorunları teşhis etmek gerektiği kanaatindeyim.
Bankacılığın sorunlarını ana başlıklar halinde birkaç aşamada ele alabiliriz:

1-Mesleğin itibarsızlaşması sorunu:
Nasıl oldu da 15-20 yıl öncesine kadar bankacılık mesleği,meslek erbabı için prestijli ve içinde yer alınması için can atılan bir meslek iken neden son birkaç yılda gözden düşmeye başladı?

Muhtemeldir ki bankacıların büyük çoğunluğu işlerini severek, can atarak yapmıyorlar, çalışmaya mecbur oldukları ve- bırakıp gittiklerinde yerlerini hemen doldurabilecek ikameleri mevcut olduğu için- mevcut işlerini korumak amacıyla tabiri caizse ‘’ katlanarak’’ ve ‘’idare-i maslahat göstererek’’ yapıyorlar.

Bunda da en büyük etken; beyaz yakalı çalışanların/bankacıların şirketlere/bankalara değer katacak , çalıştığı kurumu daha da yukarılara taşıyacak özneler değil de, ikamesi bol olan bir ‘meta’ , bir ‘nesne’ olarak görülmeye başlanmalarıdır.

2- Bankacılık sektöründeki rekabet sorunu ve bu rekabetin çalışanlara yansıması:
Bankacılık sektöründe son yıllarda artan amansız ve kıyasıya rekabet ve daralan kar marjları neticesinde bankaların yönetim kurullarında ve üst yönetiminde sorumlu pozisyonda olanlar pastadan daha büyük dilim kapabilmek ve –belki biraz da kendi statükolarını koruyabilmek – için yukarıdan aşağıya silsile-i meratip şeklinde amansız bir baskı yarışına girmişlerdir. Yazımızın konusu olan ve silsilenin en alt katmanlarında yer alan çoğunluk ise maalesef bu amansız yarıştan en büyük zararı gören kitle konumundadır.

3-Çalışanların niteliklerinin göz ardı edilmesi ve nicelikselleştirilmesi sorunu:
Bu sistem içinde insanların; duyguları, fikirleri, projeleri, yetenekleri, zaafiyetleri, gelecek tasavvurları olan bireyler olarak değil de adeta canlı bir ‘‘iş yapma makinesi ’’ olarak görülmesi ve –sektöre yönelik teknik dille de konuşacak olursak- kaynak maliyetlerinin artması, o kaynağın satılmasındaki rekabetle beraber azalan karlar ve 1 liranın bile heba edilemeyecek kadar değerli hale gelmesi neticesinde bankacılıkta her şeyin ama her şeyin rakamlarla ölçülmeye başlanmış olması hiç de yabana atılamayacak bir sorundur.
Yani, kısacası, bankacılıkta aslında, büyüttüğünüz portföyünüz, yaptığınız satışınız, kestiğiniz muhasebe fişiniz, tutturduğunuz günlük/aylık/yıllık hedefleriniz kadar, hülasa ; rakamınız / performans notunuz kadar varsınız. Gerisi laf-ı güzaf.

Ölçme ve değerlendirme muhakkak ki iş hayatının vazgeçilmez bir gereğidir ama her şeyi de tamamen rakamlarla ölçmemek gerektiğini ; daha insancıl, daha çalışan dostu bir orta yol bulunabileceği kanaatindeyim.

4-Göreceli olarak yetersiz kalan yasal koruma:
Çalışma kanunlarımız özellikle de beyaz yakalı çalışanları korumak hususunda dünya ve Avrupa’daki emsallerine göre oldukça yetersiz kalmakta ve bunun bilincinde olan ve siyasilere söz geçirme noktasında her zaman daha kudretli ve şanslı olan işverenler de bu yetersizliği çalışanlar aleyhine kullanabilmektedir.

Sorarım size; iş hayatında –mavi yakalı çalışanlar haricinde- neden mesai kavramı yoktur veya var ise de hakkıyla uygulan(a)maz?! Her şeyi virgülden sonraki 4.,5.basamağa kadar ölçebiliyor olmayı başarı addeden bankacılık sektörümüz , iş mesaileri hesaplamaya gelince neden patinaj yapar?

5-Dijitalleşme sorunu:
Bankacılıkta –zorunlu olarak- teknolojinin yoğun şekilde kullanılmaya başlanması ile ‘’yürüyen hafıza’’ ve ‘’tecrübe abidesi’’ olarak tabir ettiğimiz ; bilgi ve donanımını üst seviyelere taşımış, görmüş geçirmiş bankacılara olan lüzum çok azaldı ve ortalama bir bankacının sahip olması gereken asgari bilgi, tecrübe ve diğer niteliklerin seviyesi maalesef çok aşağılara düştü.
Bilgiler artık beyinde değil hard diskte depolanıp muhafaza ediliyor!!

6-Bitmeyen (!) eğitim sorunu:
Eğitimsizlik belki de her problemin asıl kaynağı. Ülkemizde son 10-15 yılda üniversite eğitiminin yaygınlaştırılması politikaları çerçevesinde ve özel sektörün eğitim alanında yatırım yapmasının kolaylaşması ile her ilde ve büyük şehirlerde beher ilçede hatta mahalle sathında üniversiteler açıldı.

Bu özel üniversitelerin açılması ve toplum refahındaki göreceli artışın da etkisi ile bu okullara gidebilme imkanlarının kolaylaşması, dahası bu okullarda ve diğer tüm üniversitelerde sanki bir mecburiyetmiş gibi mutlaka bir işletme ve iktisat fakültesinin bulunması neticesinde ‘potansiyel’ bankacı adaylarının sayısı da gözle görülür miktarda arttı.
İktisatta temel kanundur: ‘’Bir nesnenin miktarı artarsa kıymeti azalır.’’

Üniversitelerimizin sayısının artmış olmasına rağmen buralarda ders okutacak nitelikli, donanımlı öğretim elemanlarının sayısı yeterince artmamış olduğu için eğitim kalitesinde haliyle bir düşüş yaşandı. Ama bir yandan da bankacı olmanın asgari gerekleri çok aşağılara çekilmiş olduğu için eğitim kalitesinin düşmüş olması, buralardan mezun olan arkadaşlarımızın potansiyel bankacı adayı olmasını engellemedi.

Evet, yeterli niteliği haiz olmayan ve yeterli bir eğitimden geçmemiş potansiyel bankacı adayları hızla çoğaldı ancak bankacılık sektörünün iş gücü ihtiyacı aynı hızla artmadığı için mevcut bankacıların kıymetleri azalmaya başladı.

Sözün kısası; sektörün dışında olan ve içeriye girmeye çalışanların gölgesi, içeridekilerin başının üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanmakta!

Peki ya çözüm? Onu da bir sonraki yazımızda keşfetmeye çalışalım…

1 Comment on Nasıl Bir Bankacılık? – 2

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir